Alargada Kalmak Nedir ?

Damla

New member
Alargada Kalmak Nedir? Rüzgârın ve Kalbin Arasında Bir Hikâye

Selam sevgili forumdaşlar,

Bu gece sizlere bir hikâye anlatmak istiyorum. Ne tamamen gerçek, ne tamamen kurgu… ama eminim ki hepinizin içinde bir yere dokunacak. “Alargada kalmak” derler ya hani, denizcilik terimi olarak; fırtınadan uzak ama limana da bağlı olmayan, demir atmış hâlde, bekleyen gemilerin durumu… İşte bu hikâye, o hâlde kalmış insanların hikâyesi.

---

Rüzgârın Başladığı Yer: Deniz Kenarındaki İstasyon

Bir yaz akşamıydı. Ege’nin küçük bir kasabasında, deniz kıyısındaki eski bir çay bahçesinde iki insan karşı karşıya oturmuştu.

Biri Deniz — mühendis, hesap kitap insanı. Mantığıyla yaşayan, hayatta her şeyin bir çözümü olduğuna inanan bir adam.

Diğeri Eylül — öğretmen, kalbiyle düşünen, insanları dinlemeyi bilen, duygularla yol alan bir kadın.

Deniz, elindeki çayı karıştırırken bir yandan hesap yapar gibi konuşuyordu:

“Bak, mesele duygularda değil. Hayat, yönünü bulduğun anda kolaylaşır. Rotanı doğru belirleyeceksin.”

Eylül, gülümsedi.

“Bazen rotanı değil, dalganın sesini dinlemen gerekir Deniz. Belki de yön değil, his önemlidir.”

O an rüzgâr esti, masanın üzerindeki peçeteleri uçurdu. Deniz hemen refleksle elini uzattı, yakaladı.

Eylül sadece izledi.

“Bak,” dedi. “İşte fark bu. Sen yakalamak istiyorsun, ben bırakmak.”

---

Bir Gemi, İki Yolcu, Üç Sessizlik

İkisi de aynı denizdeydiler, ama farklı gemilerde. Deniz, sabit bir hedefe ilerlemek istiyordu; Eylül ise akıntıya güveniyordu.

Birlikte bir şey inşa etmeye çalışıyorlardı — belki bir ilişki, belki sadece bir anlama çabası. Ama ikisi de farkında olmadan alargada kalmışlardı.

Ne tamamen birbirlerine demir atabiliyorlardı, ne de uzaklaşabiliyorlardı.

Eylül, bir gün sahilde yürürken bir balıkçıya rastladı. Adam ağlarını toplarken şöyle dedi:

“Alargada kalmak zordur kızım. Ne limandasın, ne denizde. Rüzgâr döner, sen hâlâ beklersin.”

O söz kulağında yankılandı.

Belki de Deniz’le ilişkileri tam olarak buydu. Fırtınalardan kaçmışlardı ama limana girmeye cesaret edememişlerdi.

---

Erkek Tarafından Bakış: Stratejinin Sessizliği

Deniz’in kafasında her şeyin bir planı vardı.

“Eğer duygular bir denizse, ben o denizde batmadan yüzmeyi bilirim,” diyordu kendi kendine.

Ama bilmediği şey şuydu: bazı denizler yüzmek için değil, sadece içinde durmak için vardır.

Onun çözüm odaklı zihni, Eylül’ün dalgalı duygularına sabırla ama biraz da korkuyla yaklaşıyordu.

Bir gün Eylül sordu:

“Hiç hissetmeden de yaşanır mı?”

Deniz cevap verdi:

“Hislerle yaşanırsa kontrol kaybolur.”

O an Eylül anladı — Deniz, duyguların değil, stratejinin adamıydı. Ve o yüzden hep “alargada”ydı: kıyıya fazla yaklaşırsa sular çekilir, fazla açılırsa batmaktan korkardı.

---

Kadın Tarafından Bakış: Empatinin Dalgaları

Eylül için “alargada kalmak” duygusal bir bekleyişti.

Bir geminin, sevgisini sunmak için rüzgârın dinmesini beklemesi gibi.

Deniz’in sessizliği ona batıyordu ama yine de anlıyordu onu.

“Bir şeyler anlatmak istiyor ama kelimeler yetmiyor,” diyordu içinden.

Kadınların empatik doğası böyle işte. Bir suskunluktan bile hikâyeler üretirler.

Eylül de bunu yaptı. Deniz’in sustuğu her anda, onun için konuştu. Onun çözümcül dünyasında duygulara yer açmaya çalıştı.

Ama bir yerden sonra, empati bile yorulur. Çünkü deniz bazen sadece dinlenmek ister, kimseyi taşımak değil.

---

Fırtına Gecesi: Karar Anı

Bir gece, kasabayı büyük bir fırtına bastı.

Deniz, limana sığınmış tekneleri izliyordu.

Eylül ise denizin kıyısında, rüzgârla saçları karışmış hâlde yürüyordu.

Birbirlerine yazmadılar o gece.

Sabah olduğunda, Eylül bir not bıraktı çay bahçesindeki masada:

“Ben limana dönüyorum. Sen hâlâ alargadasın, beklemek senin yolun. Benimse rüzgârla anlaşmam var.”

Deniz notu okudu, uzun süre kıpırdamadan kaldı.

Kendini ilk kez gerçekten açıkta hissetti.

Bir çözüm bulamıyordu. Çünkü bazı şeylerin çözümü, olmamaktaydı.

---

Alargada Kalmanın Gerçek Anlamı

Denizcilikte “alargada kalmak”, fırtınadan kaçmak için gemiyi açıkta tutmaktır.

Ama insanda alargada kalmak, kalbinin tam limana girmemesi demektir.

Ne tamamen bağlanırsın, ne tamamen gidersin.

Beklersin — bir umutla, bir korkuyla, bir alışkanlıkla.

Deniz’in hikâyesi buydu. O hep “kontrol” ararken, hayat ondan cesaret istiyordu.

Eylül’ünki ise tam tersiydi; o hep hissetti ama hiçbir zaman güvende hissetmedi.

İki uç, aynı noktada birleşemedi.

Ve belki de bu yüzden en büyük denge, tam ortada — yani alargada — kuruluyordu.

---

Forumdaşlara Soru: Siz Hiç Alargada Kaldınız mı?

Belki bu hikâye size de tanıdık geldi.

Belki bir ilişki, bir dostluk, bir iş, bir hayal…

Bir şeyler vardır hayatınızda, tam gidemediğiniz ama kalamadığınız.

“Alargada kalmak” sadece denizcilik terimi değil, insan ruhunun bir hâli.

Bazen güvende kalmak için bekleriz, bazen korkudan, bazen de umuttan.

Ama her bekleyiş bir hikâye doğurur.

Peki siz ne dersiniz forumdaşlar?

Hiç fırtınadan kaçıp, kendi duygularınızın açık denizinde alargada kaldınız mı?

Belki de hepimiz, bir gün cesaret bulup o demiri toplayacağız — ve sonunda rotamızı belirleyeceğiz.

Ama o zamana kadar…

Rüzgârın yönünü hissetmekte, biraz beklemenin de hakkı var, değil mi?
 
Üst